Taşı- toprağıyla, tarih kokan yapılarıyla, birçok medeniyete ev sahipliği yapmasıyla, güzelliği ve göz kamaştıran görünümüyle görenleri hayran bırakan Dara şehri, günümüz şartlarında Mardin’in 30 km güneydoğusunda eski adıyla Nisibis’in (Nusaybin) 20 km batısında ve Suriye sınırına da yaklaşık 10 km mesafede yer alıyor. Antik Kent, coğrafi olarak Mezopotamya Ovası bittikten sonra Tur Abidin Dağları’nın başladığı yerde bulunuyor.
Dara İsmi Nerden Geliyor?
Evagrius, Malalas, Agapius ve Abu'lFarac gibi Antik ve Orta Çağ tarihçilerinin Dara isminin kökeni hakkında verdikleri bilgilere göre; Pers Kralı III. Darius’un (MÖ 336-330) Büyük İskender’e (MÖ 336-323) karşı yaptığı savaşta öldüğü yerin, sonrasında Dara olarak adlandırıldığı ve Dara isminin kökeninin buraya dayandığı varsayılıyor. Dara isminin kökeni hakkında 13. yüzyıl Süryani tarihçisi Abu’l Farac (Bar Hebraeus) şu şekilde bahsetmekte:
“Hellen Kralı Büyük İskender ile Pers Kralı Darius burada savaşmış ve Darius burada ölmüştür. Bu nedenle de buranın ismi Dara’dır. Bundan yola çıkarak Dara ismi Pers Kralı Darius kelimesinin kökeninden aldığı varsayımına ulaşılmaktadır.
Şehir Nasıl Kuruldu?
Dara ismi ve kuruluşu hakkındaki en eski kaynak, M.Ö. 1. yüzyılda yaşamış olan Gnaeus Pompeius Trogus’un yazdıkları olduğu belirtiliyor. Gnaeus Pompeius Trogus’un kitabı ve içindekiler hakkındaki derlenmiş bilgiler, MS 3. yüzyılda yaşamış Romalı tarihçi Iustinus Frontinus tarafından “Epitome Historiarum Philippicarum Pompeii Trogi” adlı kitap ile günümüze gelmiştir. Iustinus, Dara hakkında bize şunları aktarıyor: “Arsakes Parth devletini kurdu, askerler topladı, kaleler inşa etti ve kentlerini güçlendirdi. Zapaortenon (Masius=Turabdin) Dağı’nda Dara diye adlandırılan bir şehir kurdu ki, hiçbir yer bu yerden daha güvenli veya daha hoş olamazdı. Çünkü savunulmasına ihtiyaç duyulmayan, pozisyonu güçlü dik kayalar ile kuşatılmıştı ve bu yerin etrafındaki bereketli topraklarından elde edilen ürünleri depolanıyordu. O kadar bol miktarda akarsu ile beslenen kaynaklar ve o kadar çok ağaç vardı ki bir avın takibinin tüm hazları ile doluydu”.
Antik kaynaklarda da belirtildiği gibi Dara’nın I. Anastasius Dönemi’nde (491-518) ilk kez iskân (insanları belli bir toprak parçasına yerleştirilmek, yurtlandırılmak) edilmiş bir yer olmayıp çok daha önceden de iskâna uğramış bir yerleşim yeri olduğu, kazılarda daha erken dönemlere ait buluntuların ele geçmesinden anlaşılıyor.
ŞEHİR, ANASTASİOPOLİS İSİMLİ GARNİZONA NASIL-NEDEN DÖNÜŞTÜ?
Roma’nın önemli sınır kentlerinden Nisibis’in (Nusaybin) M.S. 363 yılında Sasanilerin eline geçmesi ve daha sonra diğer önemli kentlerden Amida’nın (Diyarbakır) 502 yılında Sasaniler tarafından kuşatılması nedeni ile sınır güvenliğini arttırmak isteyen Doğu Roma İmparatorluğu, topraklarını korumak için Mezopotamya sınırlarında yeni garnizon şehirler oluşturma kararı vermiştir. Dara, Doğu Roma İmparatoru Anastasius tarafından Garnizon kent olarak seçilmiş, M.S. 503-507 yılları arasında burada inşa çalışmalarına başlanmıştır. Anastasius, kurduğu bu şehre kendi ismini (Anastasiopolis) vermiş, Mezopotamya bölgesinin yönetim ve idare merkezi haline getirmiştir. Anastasius döneminde küçük bir köy yerleşkesi üzerine kurulan kentin, bu alana kurulmasında, bölgenin stratejik ve korunmaya müsait konumda olması, su kaynaklarına yakın ve ovaya hâkim bir noktada bulunması önemli rol oynamıştır. İmparator Anastasius’un kente kendi ismini vererek kenti onurlandırmasına rağmen, bölge halkı Dara ismini hiçbir zaman unutmamış, günümüze kadar bu ismi yaşatmıştır.
Sasaniler, kendi sınırlarında yeni bir garnizon kurulmasına tepki göstermiştir. Bizans imparatoru II. Theodosius (M.S. 408-450) ile Sasani Kralı II. Yezdigirt (M.S. 438-447) arasında M.S. 441 yılında yapılan anlaşmaya göre, her iki devlette sınır bölgesinde askeri amaçlı istihkâmlar (Korunak) yapmama kararı almıştır. Anastasius’un sınır garnizonları kurması anlaşmanın ihlali anlamına gelse de, bu dönemde Ak Hun tehlikesiyle karşı karşıya olan Sasaniler Dara’da garnizon kurulmasına engel olamamışlardır.
Dara (Anastasiopolis), I. Justinianus (M.S. 527-565) döneminde Sasaniler tarafından defalarca kuşatılmasına rağmen, her seferinde Sasaniler başarısız olmuştur. M.S. 530’da, Doğu Roma (Bizans) generali Belisarius’un Sasanilere karşı kazandığı zafere sahne olur. M.S. 540’da Sasaniler yeniden saldırıya geçer, ancak Bizans’ın İtalyan asıllı komutanı Martin’in savunduğu kenti yine ele geçiremezler. Karşılıklı mücadelelerle geçen bu süreçte, İmparator I. Justinianus (M.S. 527-565) ve II. Justinus (M.S. 565-578) dönemlerinde kentin güçlendirme ve geliştirme faaliyetleri devam etmiştir.
Önemli bir coğrafi konuma sahip olan şehir, Romalılar için önemli askeri bir garnizon olmasıyla birlikte, kuzeyde Karadeniz kıyılarından Kafkasya’ya, güneyde Basra Körfezi’nden Doğu Akdeniz kıyılarına uzanan ticaret yolları ve kültürlerarası alışverişin bağlantı noktasında yer almasının yanı sıra önemli bir yerleşim alanı olarak da dikkat çekiyor.
Dara, M.S. 573-591 ve 606-620 yılları arasında Sasani Devleti hâkimiyetine girmiş,620’den 639 yılına kadar Doğu Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyetinde kalmıştır. 640’da Dara ile birlikte Kuzey Mezopotamya’nın büyük bir kısmı Arap hâkimiyetine girmiştir. 10. yüzyılda yeniden Doğu Roma hâkimiyetine giren Dara, M.S. 1150’de Artuklu Beyi Timurtaş tarafından kuşatılıp alınmış, Mardin Artuklu Beyliği’ne bağlı bir kent haline gelmiştir. 1251 – 1259 yılları arasında İlhanlılar tarafından tahrip edilen kent, bu tarihlerden itibaren yavaş yavaş terk edilmiş, 14. yüzyılda küçük bir köy yerleşkesine dönüşmüştür.
Mevcut Dara köyü yerleşimi ise, 18. yüzyılın sonlarına dayanmakta olup, Roma kentinin üzerinde varlığını sürdürdüğü söyleniyor.
DARA KENTİ NEREYE BAĞLI
Mardin’in 30 km güneydoğusunda, Nisibis’in (Nusaybin) 20 kilometre batısında, Suriye sınırına yaklaşık 10 kilometre mesafede yer alan Dara Antik Kenti, coğrafi olarak Mezopotamya Ovası’nın bitip Tur Abidin Dağları’nın başladığı yerde konumlandırılmaktadır.
Kireçtaşı ana kaya üzerine kurulan kent, ortasında Antik Çağ’da “Cordis” olarak adlandırılan, günümüzden yirmi yıl öncesine kadar aktif olan bir derenin, her iki yanında yer alan kalıntılardan oluştuğu belirtilmektedir.
DARA’DA BULUNAN ÖNEMLİ YAPILAR
1)Toplu Mezarlık:
Kentin batısındaki geniş tepeler, M.S. 6. yüzyıl başında kentin inşası için taş ocağı olarak kullanılmıştır. Taş kesimi ile oluşan düzgün cepheler sonrasında mezarlık alanına dönüştürülmüştür. Dara’nın en etkileyici yapı gruplarından biri, ana kayanın yontulmasıyla oluşturulan mezarlarıdır. Kentin batısında uzanan geniş tepelerde, doğal kaya kütlesi oyularak derin ve geniş vadiler biçiminde kaya mezarlık alanları oluşturulmuştur. Bu alanda 3 farklı mezar tipi bulunmaktadır. Bunlar, Kaya mezarları (6-8. yüzyıl), Lahit tipli mezarlar (6.-8. yüzyıl) ve basit sanduka mezarlardır (8.-14. yüzyıl).
Dara’da kayalara oyularak yapılan oda mezarlarda, pagan ölü gömme kültür özellikleri görülmektedir. Bunun sebebi Pagan kültür özelliklerinin, Hristiyanlaşan halk üzerindeki etkisini uzun yıllar sürdürmüş olmasına bağlanmaktadır. Dara'daki halk, Hıristiyanlığa geçmesine rağmen, çoklu gömünün yapıldığı bu oda mezarları ve Pagan geleneklerini bir süre daha devam ettirmiştir.
Paganizm, ister insan, ister hayvan, toprak, bitki ya da kaya olsun; yaşayan her ruhun kutsallığına ve doğaya duyulan saygıya dayanan çok eski bir inanç sistemidir. Romalı için lahit tipli mezarlar, ruhların öteki dünyadaki mekânlarıdır. Ölen kişinin ruhu bu mekânda oturacak ve korunacaktır. Roma dönemi lahitleri bu anlayış ile şekillenmiştir. Hristiyanlığın gelenekselleşmesi ile basit sanduka mezarlara gömü başlamıştır.
2) ÇOK KATLI GALERİ MEZAR YAPILARI:
3) SURLAR:
Kentin, üzerine kurulduğu üç büyük tepeyi çevreleyen yaklaşık 4 km uzunluğundaki sur duvarlarının 2.8 km’lik kısmı net olarak takip edilebilmektedir. Dara’da iç sur ve dış sur olmak üzere iki sur sistemi üzerinde 28 kule ve hendekler bulunmaktadır. Dara’nın görkemli sur kalıntıları, I. Anastasius (M.S. 491–518) ve I. Justinianus (M.S. 527–565) dönemlerine aittir. 530 yılında İmparator Justinianus döneminde duvarların yüksekliği yaklaşık 20 metreye yükseltilmiş, ikinci bir kat oluşturularak mazgallara ve okçu pencerelerine yer verilmiştir.
4) KAPILAR:
Şehrin sur sistemi üzerinde dört yönde ana kapılar bulunmaktadır. Ayrıca güneyde ve kuzeyde nehrin, sur altından geçtiği kemerli bölümler içinde kuzey ve güney su kapıları bulunmaktadır.
Su, kente kuzey sur duvarlarına açılan kemerli açıklıklardan girer. Çift sıra demir parmaklıkla örülen bu açıklıklar büyük ölçüde sağlamdır. Suyun kenti terk ettiği güney su kapısında da benzer mimari form görülmektedir.
5) AGORA CADDESİ:
Şehrin güney kapısından itibaren, kent içinde kuzeye doğru, Dara Deresi kıyısı boyunca uzanan geniş bir cadde bulunmaktadır. Büyük blok taşlarla döşenmiş olan yaklaşık 5,5 m. genişliğindeki caddenin doğu kenarı dereye bakarken batı kenarı boyunca bir portiko ve arkasında dükkân ve atölyelerin bulunması, bu alanın, kentin, alışverişi için ayrılan, kamusal bir alan olduğunu göstermektedir.
6) KÖPRÜLER:
Dara’da, kentin içinden geçen Dara Deresi üzerinde 4 köprü bulunmaktadır. Bunlardan 3’ü şehrin içinde, biriside güney kapısının dışında, Nusaybin yönünden gelenlerin kapıya ulaşabilmeleri için yapılmıştır. Köprüler, benzer biçimde, kesme taş örgülü ve yuvarlak kemerli inşa edilmiştir. Surlar içinde en güneyde bulunan doğu – batı yönlü köprü halen sağlamlığını korumakta olup, 3 kemeri de görülebilmektedir.
7) MAKSEM:
Maksem (üstü örtülü su hazne binası), kentin akropolünün güney yamaçlarına, ana kaya içine oyularak yapılmıştır. Makseme su 4 km mesafeden kanallarla kuzeydeki tepelerin üzerinden getirilmiştir. Toplanan su, kanallar vasıtasıyla kentin yapılarına ve diğer sarnıçlara dağıtılmıştır. Bu yapı, birbirine paralel, üstü beşik tonozla örtülmüş, doğu-batı yönünde uzanan on adet hücre-odadan oluşmaktadır. Her bir hücre 50 m uzunlukta, 4 m genişlikte ve 18 m yüksekliğinde olup, yaklaşık 14.500 m3 kapasitelidir.
8) SARNIÇLAR:
Yüksek dağlardan gelerek depolanan ve su ihtiyacını karşılamak üzere kanallarla tüm kente dağılan su sistemleri ve sarnıçların kentin savunmasında da önemli bir yeri olmuştur. Kent, özellikle Sasani orduları tarafından kuşatıldığı ve dışarıyla irtibatının kesildiği dönemlerde, bu su kaynakları sayesinde uzun süre direnebilmiştir.
9) ZİNDAN-KİLİSE SARNIÇ:
Agora caddesinin yaklaşık 100 m. kuzeybatısında, kalan büyük sarnıçtır. Düzgün kesme taş duvarlı sarnıcın orijinal girişi doğu cephesindedir. Bağlantılı yapıların ve yan mekânların hala toprak altında olmasına ve yapının üstünde sonradan bir ev inşa edilmiş olmasına rağmen, yapı görkemini hala korumaktadır. İki katlı yapının üzerinde şehrin katedrali (büyük kilise) bulunmakta olup bugün sadece batı kısmında bir duvarı ayaktadır. Tarihçi Prokopius’a göre Dara kentinde 2 tane önemli kilise vardır. Bunlardan birisi ‘Büyük Kilise’ diğeri, Bartholomew Kilisesi’dir. Tarihçi Theodora Lector’a göre; Aziz Bartholomew, Anastasius’un rüyasına girmiş ve şehrin Sasanilere karşı korunmasını istemiştir. Bunun üzerine, Bartholomew’un kemikleri, Anastasius tarafından Kıbrıs’tan Dara’ya getirildiği söyleniyor. Dara’da 14. yüzyıla kadar Süryani metropolitliği bulunuyordu.
10) BARAJLAR:
Şehrin kuzey tarafında ve nehrin üzerinde 250m uzunlukta bir barajın yanında ayrıca küçük baraj kalıntısı da bulunmaktadır. Tarihçi John of Ephesus, büyük barajın M.S. 573’deki kuşatma sırasında, kentin su kaynaklarını kesmek isteyen Sasani ordusu tarafından yapıldığını söylemektedir.
11) MOZAİKLİ YAPI:
Büyük kaya mezarlık alanının 50 m kadar güneyinde yer alıyor. Roma imparatoru Anastasius dönemine ait olan bu yapının, özel mülkiyet nedeni ile henüz tamamı açığa çıkartılamamıştır. Yapının doğusundaki odalar mozaik döşemeyle kaplı olup, bu odalar kuzeyden güneye doğru alçalan kodlarda oluşturulmuştur. Mozaik kompozisyonunda çoban, bitki ve hayvanların resmedildiği bir sahne ve ortasında 11 sıradan oluşan bir yazıt yer almaktadır. Yazıtta şehrin 507 yılında Anastasius’a ithafen Diyarbakır (Amid) kiliselerinin katkısı ile kuruluşu anlatılıyor.
12) İSLAMİYET DÖNEMİNE AİT TÜRBE VE MEZARLIK:
Şehrin doğu kısmında yer alan tepede İslamiyet Dönemlerine ait geniş bir alanda mezarlık yer alıyor. Mezarlık alanın M.S. 12. yüzyıldan itibaren kullanıldığı tahmin ediliyor. Yine aynı tepe üzerinde Düzgün kesme taştan, Baldaken tarzında yapılan, 4 ayak üzerinde duran kubbe ile örtülü türbe yer almaktadır. Kime ait olduğu ve ne zaman yapıldığına dair herhangi bir yazılı belge bulunmadığından dolayı, yapının üslubu itibariyle 14-15. yüzyıl eseri olduğu düşünülüyor.
13) DEĞİRMEN:
STAJYER MUHABİR: ABDULLAH ÇAKIL